Sosyal medya kullanıcılarının paylaşma kültürü üzerine


‘Bunu okudunuz mu?’: Yüzbinlerce kez paylaşılan içeriğin bin kere okunmadığına şahit oldum

‘Gözlemlerime göre herkes kendi mahallesinden karşı tarafı kötülemek için bir kanıt olarak gördüğü haber başlığını, haber maksadını aşan tarafgir kesitleri ve görselleri paylaşmayı seviyor.’

Nazlı Eda PİYADEARTI GERÇEK –  Dünya çapında 340 milyondan fazla kullanıcısı ile önemli sosyal medya ağlarının başında gelen Twitter, Türkiye’de de 11 milyondan fazla insan tarafından kullanılıyor. Twitter’da haber takip etmenin ve gündemde neler olup bittiğini görmenin yanı sıra fotoğraf paylaşmak ya da yalnızca kişisel duygu durumunu paylaşmak için atılan yüzbinlerce tweet etkileşime giriyor.

Öyle ki siyasi gündemi belirleyen istifalar, açıklamalar, yanıtlar dahi artık Twitter’dan yapılabiliyor. Haber sitelerinin 280 karakter kullanarak yaptığı bir paylaşım yüzbinlerce kişi tarafından dolaşıma sokulup, yorumlanıyor. 

Twitter kullanıcılarının son dönemde dikkatini çeken bir yenilik ise; bir makaleyi, haberi, yorum ya da yazıyı paylaşmadan önce sorulan “Bunu okudunuz mu?” sorusu. Bu soru ne anlama geliyor? Sosyal medya kullanıcıları paylaştıkları bilgiyi okumadan mı dolaşıma sokuyor ya da yorum yapıyor? Gazeteci ve İletişim Uzmanı Mehmet Şafak Sarı’yla bu sorulara yanıt bulmaya çalıştık.

‘YÜZBİNLERCE KEZ PAYLAŞILAN İÇERİĞİN BİN DEFA OKUNMADIĞINA ŞAHİT OLDUM’

Uzun yıllar çeşitli medya çalışanı ve kurumların sosyal medya yöneticiliğini ya da danışmanlığını yaptığını belirten Sarı, “İnanın yüzbinlerce kez retweet (RT) edilen bazı içeriklerin neredeyse bin defa okunmadığına defalarca şahit oldum” diyor.

“Gözlemlerime göre herkes kendi mahallesinden karşı tarafı kötülemek için bir kanıt olarak gördüğü tık avcılığı için atılmış haber başlığını, haber maksadını aşan tarafgir kesitleri ve görselleri paylaşmayı seviyor. Okumak, derinleşmek ve eleştirellik önemsenmiyor” eleştirisinde bulunan Sarı, şöyle devam ediyor:

“Okuyucuya saygısı olmayan mecralar da haberleri haplaştırıp veya o haberleri yanıltıcı bilgilerle doldurup kemik kitlesinin hızlıca yayacağı şekilde sunuyor. Böylece bu içerikler aslında haber olmayan manipüle edilmiş birkaç dakikalık, 280 karaktere sınırlandırılmış bir şekle dönüşüyor. Haber, RT edilen ve okunmayan, fazla tık getirerek reklam geliri elde ettiren bir işlevsiz metaya dönüşüyor.”

‘İÇERİKLERE HAKİM GİBİ PAYLAŞILIYOR’

“Maalesef sosyal medya kullanıcıları neredeyse tüm toplumlarda sosyal ağları ve platformları kullanırken paylaşım kültürünün yarattığı yıpranmadan olsa gerek, bilgi ve belge paylaşımlarında da kendisine ait olmayan içerikleri, bu içeriklere hakimlermiş gibi paylaşmaktalar” diyen Sarı, bu yeni sistemi gerekli kılan gelişmeleri şöyle özetliyor:

“Twitter ilk olarak 2020 başlarında bazı adımlar attı bir tweeti takipçilerinizle paylaşmanız için ‘retweet’ yani yeniden paylaşma özelliğini basamaklı hâle getirmişti. Retweet düğmesine bastığınızda tweeti alıntılama ekranı çıkartıyor ve sizin yorum eklemenizi veya boş bırakarak retweet yapmaya yönlendiriyordu. Tabii birçok yoruma göre bu tweetleri RT ederken yorumlamaya teşvik ederek etkileşimi artırmayı planlamaktı. Ama galiba insanlar bu aşamalı süreci ya anlamadığından ya üşendiğinden RT yapmaktan bile imtina etmeye başladı tweetleri. E hâliyle etkileşim düştü. Ya da çok şikayet geldi. 2020 sonunda bu özelliği devre dışı bıraktı Twitter. Ama bu özellik sayesinde özellikle insanlar yanlış bilgi veya yanıltıcı içerik olan tweetleri alıntılayarak uyarıcı notlar yazıp takipçileriyle paylaşabiliyordu. En azından ben buna çokça kez şahit oldum ve ben de bu özelliği medya okuryazarlığını artıcı bir şekilde kullanıyordum. 2020 ortalarında ise şirket, daha ‘bilgili bir tartışmayı’ teşvik etmek istediğinden olsa gerek, bundan sonra takipçileriyle bir makale paylaşmak isteyenlere önce ‘Sen bunu okudun mu?’ diye sormaya başladı.

YANLIŞ BİLGİNİN YAYILMASINI ENGELLER Mİ?

Sarı, “Sosyal medyada doğru bilginin yayılımı da kadar yanlış bilginin büyük kitlelere ulaşması da kısa sürebiliyor. Paylaşmadan önce, ‘Bunu okudunuz mu?’ gibi sorular yanlış bilginin yayılmasının önüne geçebilir mi?” sorusuna ise şöyle yanıt veriyor:

“Teorik olarak geçmeli diye düşünenlerdendim. Çünkü genel kullanıcı davranışını etkileyen sosyal medya platformları beğeni ve paylaşma özelliklerini özellikle teşvik eden bir algoritmik yapıya sahip. Siz, ne kadar hoşunuza giden içeriği beğenir ve paylaşırsanız, bu paylaşımlarla size daha yakın insanlarla daha çok etkileşime giriyorsunuz. Böylece sosyal medya platformunda daha çok vakit geçiriyorsunuz. Bu da kişisel verilerinizin daha çok toplanabilmesi demek. 

Lakin eğer paylaşma süreçlerini basamaklı hâle getirirseniz ve çeşitli uyarılar koyarsanız, aslında tek tıkla yapılan bir sürecin konfor alanına müdahalede bulunmuş ve insanların dikkatini çekmiş olursunuz. Sadece kışkırtıcı başlık ve birkaç cümle içeren tweetleri içeriğine hiç bakmadan paylaşma sürecine ket vurulabilir. 

ARAŞTIRMA: PAYLAŞILAN BAĞLANTILARIN YÜZDE 59’U ASLINDA HİÇ TIKLANMAMIŞ

Ayrıca şunu not etmekte fayda var: Columbia Üniversitesi ve Fransız Ulusal Enstitüsü’nün 2016 yılında yaptığı “Social Clicks: What and Who Gets Read on Twitter?” adlı bir araştırmada, sosyal medyada paylaşılan bağlantıların yüzde 59’unun aslında hiç tıklanmadığı saptanmış.

Twitter’ın da dezenformasyonla mücadele için attığı bu adım bu yüzden önemliydi. Kendileri bu adımı atarken, daha önce açmadığımız bir haberi retweet etmek istediğinizde, önce haberi okumayı isteyip istemediğinizi soran yeni bir mesajla karşılaşmaya başladı. Üç ayın sonunda da şirket uyarı mesajlarını alan kullanıcıların tweet içindeki bağlantıları %40 oranında daha fazla açtığına dair yaptıkları testin verilerini paylaştılar. Bu verilerde ayrıca RT etmeden önce haberi okuyanların oranının da yüzde 33 arttığı belirtildi. Hatta bazı kullanıcılar bu uyarıdan sonra haberleri RT etmemeyi tercih etmiş.

BİLGİ OKURYAZARLIĞI: NASIL VE NEDEN?

“Bu süreçler, sosyal medya için bir bilgi okuryazarlığı olmasını gerekli kılar mı?” sorusuna “Elbette” diyen Sarı, şöyle devam ediyor:

“Genel olarak dijital medya okuryazarlığı özelde ise sosyal medya okuryazarlığı olmaması internet kullanıcılarının bilerek ve ya bilmeden sürekli nefret söylemi yapmasını, yanlış bilgi yaymasını ve dezenformasyon süreçlerine ortak olarak kamusal tartışma alanlarının zehirlenmesine sebep oluyor.

Ülkemizde olgu ve durumların kitleleri yönlendirmek amacıyla kasıtlı bir şekilde çarpıtılarak oluşturulduğu bilgi ve haberler, yıllardır özellikle sosyal medya üzerinden dolaşıma sokuluyor. Bu süreç kamuoyunda haberlerin de sağlıklı tartışılmasını, nihayetinde demokratik toplum süreçlerini baltalıyor. Sürekli bir kaos ve şiddet hâli, iktidarın baskıcı politikaları ve akabinde gelen pandemi eleştirel okuma-yazma pratiklerine sahip olmayan ve temel düzeyde medya okuryazarlığı olmayan kitleleri kırılgan hâle getirmekte. Bazı araştırmalarda Türkiye derin şekilde kutuplaşmış, bilgi/enformasyon akışının sınırlandırıldığı ve sansüre eğilimli bir ülke olduğu söylenmekte.

Acilen eğitim kurumlarında alanında uzman medya kurumları, sendikalar ve sivil toplum örgütlerinden oluşturulmuş özerk komisyonlarca medya okuryazarlığı müfredatı hazırlanmalı ve daha ilk basamaklardan itibaren medya okuryazarlığı dersleri başlatılmalı.

‘ETKİLEŞİM ODAKLI HABERLEŞME KÜLTÜRÜ’

Yeterince zehirlenmiş ve haber/ bilgi edinme süreçlerimi baltalayan etkileşim odaklı haberleşme kültürünün hakim olduğu bu ortamda çocukların, gençlerin ve bu mediumlarla yeni tanışan yaşlıların manipüle edilmemesi zaten imkansız gibi bir şey.”

Sarı, sosyal medya araçlarının artmasıyla kullanım şeklinin değişimi hızının eş zamanlı yürümediğini vurgulayarak, şöyle tamamlıyor:

“Eş zamanlı yürümedi çünkü web 2.0 teknolojileri ve yeni medya platformları hiçbir şekilde kamusal fayda odaklı kuralları belirlenmiş bir alanda gelişmedi. Tamamen bilgi edinme ve yaygınlaştırma süreçlerinde herkesten önce inovatif hamleler yapan ve kendi pazarlarını yaratan şirketler, kendi koyduğu kurallarla internet kullanıcılarının davranışlarını rahatlıkla yönlendirebilecek bir ortama kavuştular.”


Ayrıca dinlemek isterseniz X Raporu Podcast‘te bu konuya da değinmiştim.