CHP’nin ‘zafer yürüyüşü’nde gizli çatlaklar var
CHP son yerel seçimlerde elde ettiği başarı, anketlerde zirvede olması parti adına iyi bir tablo oluştururken, partinin geleceğini derinden etkileyebilecek, potansiyel olarak sarsıcı bir stratejik ve ideolojik ayrışma yaşanıyor.
Partinin en önemli iki figürü olan Genel Başkan Özgür Özel ile İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, partinin geleceği için taban tabana zıt iki vizyonu karşı karşıya getiriyor. Bu mücadele, kişisel bir rekabetin çok ötesinde, partinin rotasını ve Türkiye siyasetinin geleceğini şekillendirme potansiyeli taşıyor diye düşünüyorum.
İki Lider, İki Ayrı Yol: “İttifak Siyaseti” mi, “Tek Başına İktidar” mı?
Özel ve İmamoğlu arasındaki temel ayrım, iktidara giden yolda izlenmesi gereken stratejiye dair farklı yaklaşımlarından kaynaklanıyor. Bu iki yaklaşım, partinin geleceği için iki ayrı yol haritası sunuyor.
Özgür Özel’in Yolu: Genel Başkan Özel’in stratejisi, geniş tabanlı ittifaklar kurma ve bu ittifakları sürdürme üzerine kurulu. Özel, özellikle DEM Parti ve seçmeniyle kurulan politik ve duygusal bağı korumayı, daha geniş bir muhalefet cephesi için önemli görüyor. Bu yaklaşım, ortaklaşmayı ve farklı siyasi gruplarla diyalog zeminini canlı tutmayı önceliklendiriyor.
Ekrem İmamoğlu’nun Yolu: Buna karşılık İmamoğlu’nun çevresinde şekillenen yeni strateji, CHP’nin “hiçbir ittifaka ihtiyaç duymadan” tek başına iktidara yürümesini hedefliyor. Bu yaklaşımın en dikkat çekici yanı, bir seçimin Kürt siyasi hareketinin açık desteği olmadan da kazanılabileceği varsayımına dayanması. İmamoğlu’nun barış sürecine yönelik sertleşen söylemleri, özellikle “bilir kişi davası” sırasında kullandığı ifadelerle somutlaşan bu stratejik sapma, geçmişte Meral Akşener’in savunduğu siyasi çizgiyle doğrudan bir paralellik taşıyor.
“Meşru Lider Benim”: İmamoğlu’nun Uluslararası Medyadaki Tartışmalı Liderlik Hamlesi
Ekrem İmamoğlu’nun son dönemde The Guardian ve Le Monde gibi prestijli uluslararası yayınlarda kaleme aldığı makaleler, bu stratejik ayrışmanın en somut işaretlerinden birini oluşturuyor.
Bu yazılarda İmamoğlu, kendisini iktidarın gerçek rakibi ve muhalefetin “meşru lideri” olarak konumlandırıyor. Ancak makalelerin en çarpıcı yanı, içeriklerinden çok içermedikleriyle dikkat çekiyor: Partinin seçilmiş Genel Başkanı Özgür Özel’in adı bu metinlerde hiçbir şekilde geçmiyor.
Bu hamle, İmamoğlu’nun partinin resmi hiyerarşisini aşındırarak kendi liderliğini küresel sahnede tescil etme girişimi gibi duruyor. İmamoğlu’nun bu kendini konumlandırma çabası, Özgür Özel’i oyundan düşüren bir görüntüye sebep olması, önemli soruları beraberinde getiriyor
Muhalif Medya, Kendi Liderini Neden Zayıflatıyor?
Bizzat CHP’li sermaye ve partililer tarafından fonlanan ve teorik olarak ana muhalefet liderini desteklemesi beklenen medya kuruluşlarının pratikte Özgür Özel’in siyasi stratejisini zayıflattığı yönünde ciddi bir paradoks gözlemliyorum.
Biliyorsunuz geçtiğimiz hafta Özgür Özel’in DEM Parti’yi hedef alan “linç kampanyasına” karşı net bir duruş sergilemesine rağmen, bu medya kanalları tartışmalı fotoğraf karesi üzerinden kışkırtıcı yayınları sürdürdü. Buna paralel olarak aynı medya kurumları “barış karşıtı” söylemlere alan açarak, CHP liderinin uzlaşmacı pozisyonunu etkisizleştiren bir yaklaşım sergiledi.
Şöyle bir genel resme baktığımızda bu medya tavrı, İmamoğlu’nun CHP’yi Kürt siyasi hareketinden uzaklaştırma stratejisiyle kusursuz bir uyum sergiliyor.
Sonuç olarak, partisine seçim zaferi kazandırmış bir lider, teorik olarak en güçlü müttefiki olması gereken medya ortamında “yalnız” bırakılmış görünüyor ve başarısını bu iç dinamiklerin desteğiyle değil, adeta onlara rağmen sürdürüyor.
Kürtler Olmadan Kazanma Stratejisi
İmamoğlu ve ekibi tarafından benimsenen yeni stratejinin en tartışmalı ve kritik unsuru, seçimin Kürt seçmenlerin desteğine ihtiyaç duyulmadan kazanılabileceği inancıdır. Bu bağlamda, sosyal medyada yürütülen ve TV ekranlarına taşınan bu kampanya, rastgele bir tepki değil, CHP’yi Kürt siyasi hareketinden koparmayı hedefleyen bilinçli bir stratejinin ilk adımı olarak okunmalıdır. Bu tezi güçlendiren en önemli kanıt ise İmamoğlu’nun etrafında toplanan ekibin, geçmişte kendisi ile Meral Akşener arasındaki siyasi ittifakı kuran grupla aynı olmasıdır. Bu, yeni bir gelişme değil, önceden var olan bir siyasi oyun kitabının yeniden etkinleştirilmesi. İmamoğlu’nun yerel seçimlerdeki rolüne ilişkin kendi bakış açısı da bu özgüvenli ve merkeziyetçi tutumu yansıtıyor. Hatırlarsanız son yazısında İmamoğlu “Kürtleri aday göstermeye ben cesaret ettim” demişti.
Bu çatlağa ırkçı-ayrımcı akımlar sızar, siyaset boşluk tanımaz
CHP içindeki bu çatlak, sadece parti içi bir mesele olmanın ötesinde, Türkiye’nin siyasi atmosferi için ciddi riskler barındırıyor. Barış süreci ile ilgili tereddüdün ve güven eksiliğinin DEM Parti karşıtı söylemlerle sunulması Türkiye’de tehlikeli ve yeni bir ırkçı akımlar için uygun bir zemin hazırlayabilir. Bu akımın, göçmen karşıtlığı, barış karşıtı söylemler ve farklı partilerden destek bulabilen sert bir milliyetçilik üzerine inşa edildiği görülüyor.
Eğer CHP’nin kendi iç dinamikleri, partiyi barış komisyonundan çekilmek gibi daha milliyetçi ve daha az kapsayıcı bir çizgiye iterse, bu durum en büyük riskin gerçekleşmesine yol açabilir. Eğer CHP bu iç baskıya boyun eğerse, kendi eliyle, merkez siyaseti boşaltarak en tehlikeli rakibini beslemiş olacaktır.
Mevcut tabloda CHP’nin tek bir çatı altında iki farklı liderin birbiriyle temelden çeliştiğini düşündüğüm vizyonları var. Bu vizyonların hangisinin güçlü çıkacağı, sadece partinin değil, tüm Türkiye muhalefetinin geleceğini belirleyecek. Akıllardaki en büyük soru ise şudur: CHP, bu iki farklı vizyonu tek bir potada eritmeyi başarabilecek mi, yoksa Türkiye muhalefetinin geleceğini yeniden şekillendirecek kaçınılmaz bir kırılmaya mı gidiyor? Çatlakları besleyenler ne yaptıklarının farkındalar mı?