COVİD-19 pandemisinin en yıkıcı olduğu ülkelerden biri olan ve derin bir ekonomik kriz yaşayan Türkiye’de, AKP Hükümeti neden yeni bir internet ve sosyal medya yasasını öncelikli olarak talep etti?
Bu yazı ilk olarak 29 Eylül 2020 tarihinde Heinrich Böll Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği‘nin web sitesinde yayımlanmıştır.
İfade ve haberleşme özgürlüğünün Türkiye tarihinde hiç bu kadar gerilediği ve baskı altında olduğu bir dönem yaşamadığı, eleştirel düşünen kişi ve kurumlar son yıllarda daha yüksek sesle söylemekte. Bu kanı elle tutulur onlarca veri ile de maalesef destekleniyor. Dünyada en çok gazeteciyi hapiste tutmuş, yerel mahkemeleri tarafından en çok Twitter içeriğini engelleme talebinde bulunan bir ülke konumundayız. Ayrıca kimi araştırmalarda konvansiyonel medyanın %90-95’e varan bir şekilde hükümetin kontrolünde olduğunun bilindiği bu dönemde, hükümet tam anlamıyla kontrol altında tutamadığı sosyal medya ağlarına yönelik tam denetim ve yetki talebini dile getiriyordu.
Peki COVİD-19 pandemisinin en yıkıcı olduğu ülkelerden biri olan ve derin bir ekonomik kriz yaşayan Türkiye’de, AKP Hükümeti neden yeni bir internet ve sosyal medya yasasını öncelikli olarak talep etti? Kamuoyu araştırmalarına göre AKP yaklaşık 17 yıllık mutlak iktidarının sonuna doğru geldiğini gösteriyor. Pandemi sürecindeki kötü yönetim tartışmalarının, uzun süredir devam eden derin ekonomik krizin ve Türk Lirası’nın ciddi değer kaybının karşılığı olası bir seçime yansıyacak mı? Bilemiyoruz. Lakin bu kötü gidişin en çok konuşulup tartışılabildiği tek alan sosyal medya ağları ve bu ağlarla sesini duyurabilen muhalif ve alternatif medya kanalları.
Sosyal Medya Ağları Türkiye’de soluk borusu işlevi görüyordu
Hükümetin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın neredeyse hiç eleştirilemediği, sürekli hükümet uygulamalarının övüldüğü ve muhalefetin şeytanlaştırıldığı bir medya ortamında aradığını bulamayan kitleler kendilerini sınırlı da olsa sosyal medya ağları üzerinden ifade edebiliyor ve farklı fikir ve görüşleri okuyabildikleri haber mecralarına kaçabiliyor. Fakat burada da ana-akımdan sürgün edilmiş bir çok başarılı gazeteci ve haber kurumlarının seslerini boğmak için hazırda bekleyen ve tek bir yerden emir aldığı ilk bakışta belli olan on binlerce hesaplı hükümete yakın veya destekli siber dezenformasyon ordularıyla boğuşuyorsunuz. Kamuoyunda “troll” olarak bahsedilen bu hesaplar, internet kullanıcılarını sistematik bir şekilde çeşitli yöntemlerle sindirmeye çalışıyor, yargı ve kolluk kurumlara hedef gösteriyor ve siber zorbalık yaparak internet kullanıcılarının nefes almasına izin vermiyor. Bu kullanıcılara sert eleştiri ve muhalefet yapmasını engellerken, düşünceleri ifade ederken oto-sansüre gitmesine ve maalesef bazen de düşüncelerini ifade etmekten vazgeçmesine neden olmakta.
Örneğin dünyaca ünlü piyanist Fazıl Say, yine evrensel bir değer olan Ömer Hayyam’ın bir rubaisini paylaştığı için “halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağıladığı” iddiasıyla 1,5 yıla kadar hapis cezası istemiyle iddianame hazırlanmıştı.
Başka bir vaka, İzmir’de 21 Mayıs’ta Camii’lerin ezan için kullandığı merkezi sistemin frekansına korsan şekilde giren kimliği belirsiz kişiler, ‘Çav Bella’ ismindeki İtalyanca marşı yayınlamıştı. Bu anlara tanık olan bir sosyal medya kullanıcısı Banu Özdemir, bu yaşananları Twitter’da paylaşınca gözaltına alınmış ve ardından “dini değerleri aşağılama” suçundan çıkarıldığı mahkemede tutuklanmıştı.
Son yıllarda Türk Lirası’nın özellikle ABD Doları ve Euro karşısındaki ciddi düşüşünü sosyal medya hesaplarından paylaşan bir çok internet kullanıcısı ise ‘terör örgütü propagandası yapmak’ ve ‘Sermaye Piyasası Kanunu’na muhalefet’ gibi suçlardan soruşturuluyor ya da tutuklanıyor.
Belki de bu hafta yaşanan en ilginç örnek, kamu yayıncısı kuruluş TRT’de yayınlanan ‘Diriliş Ertuğrul’ adlı masalsı bir tarih dizisi ile ilgili tweet atan gazeteci Oktay Candemir’in, Osmanlı Devleti kurucusu “Ertuğrul Gazi’nin hatırasına hakaret etmek” iddiasıyla Türk Ceza Kanunun 130. maddesi kapsamında gözaltına alınması. Buna benzer binlerce örnek sayabiliriz ülkemizde. Tüm bu süreçlerde iktidara yakınlığıyla bilinen troll ordularının hedef gösterme ve zorbalıkla aktif rol oynadığını hatırlatmak gerekiyor. Ayrıca Twitter, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ile bağlantılı 7 bin 340 adet hesabı, manipülasyonu engelleme politikalarını ihlal ettikleri gerekçesiyle kapattığını duyurduğunu belirtmekte de fayda var.
İktidar kamuoyunda, özellikle son yıllarda sıkça dile getirilen ve sosyal ağlarda hakimiyet sağlanamadığı itirafı iktidar destekli kalemlerden sıkça dile getirilmekte. Sürgün edilmiş gazeteciler ve akademisyenler sosyal medya ağlarında milyonlarca izlenir ve okunurken, hükümet yanlısı gazeteler okunmuyor ve yayınlarının reytingi bir hâyli düşük.
Mevcut yetersiz durumu gören ve kamuoyundaki düşüşünü durdurmak isteyen iktidar getirdiği bu yeni yasanın emriyle günlük erişimi bir milyondan fazla olan sosyal ağ sağlayıcıları Türkiye’de temsilci bulundurmak zorunda olacak. Temsilci belirlemeyen ve bunu ülkemizin interneti de kapsayan düzenleme kurulu olan Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’na (BTK) bildirmeyen sosyal ağ sağlayıcının internet trafiği bant genişliği yüzde 95 oranına kadar daraltılabilecek. Ayrıca, içeriklerle ilgili yapılan şikâyetlere 72 saat içinde yanıt vermeyen, buna ilişkin 3 aylık raporları BTK’ye göndermeyen, mahkeme kararı varsa 24 saat içinde uygulamayan ve Türkiye’deki kullanıcıların verilerini Türkiye’de barındırmayan ağlara çeşitli kademelerle idari para cezası verilecek.
Türkiye’de internetin fişini çekmek
Öngörülen yaptırımlardan birkaçı bile internetin fişini çekmek demek. Sosyal ağ sağlayıcılarına Türkiye’de temsilcilik bulundurması koşulu şart koşulurken, bu temsilci bildirilmezse de, temsilci bildirmeyen ağın trafiğine yönelik kademeli olarak kısıtlamalar öngörülüyor. Bu kısıtlamalar içinde internet trafiği bant genişliğinin %95 oranında daraltılması planlanıyor. Örneğin Twitter Türkiye’ye resmi bir temsilci atamazsa, Twitter trafiği yavaşlatılacak. Bu tip bir yavaşlatma, teknik olarak erişilmek istenen sitenin kullanılamaz hâle getirilecek)
Dünya genelinde yüzlerce sosyal medya şirketinin ve topluluğunun bulunduğu bir ortamda bu nasıl olacak belirsiz. Zaten ülkemizde adalet sisteminden kaynaklı Twitter gibi şirketler temsilcilerinin başına gelecekleri hesapladığından dolayı ülkemizde temsilci bulundurmamaktan yanaydı bu güne kadar. Ayrıca tüm sosyal ağ sağlayıcıları şirket değil ve herhangi bir merkezi olmayan dünyanın dört bir ucuna dağılmış bir şekilde hizmet veren bir sürü sosyal ağ var.
Zaten düzenlenen yasanın eski versiyonu ile en ufak muhalif içerik, haber, ifade kısıtlanıyor ve vatandaşın bilgi edinme ve haber alma özgürlüğü engelleniyordu.
AKP, yeni düzenlemenin amacını devletin pozitif yükümlülüğünü yerine getirmesi olarak vurgulasa da ve dünyadaki gidişatında bu yönde olduğunu belirtse de, bu yasayla Türkiye’de internette ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğüne yönelik erişim engeli, soruşturma ve sansür daha da artacak. Türkiye’de İfade Özgürlüğü Derneği verilerine göre 2019 sonu itibarı ile 408 bin 494 web sitesi, 130 bin URL adresi, 7 bin Twitter hesabı, 40 bin tweet, 10 bin YouTube videosu ve 6 bin 200 Facebook içeriği erişime engellenmiş durumda. Buna rağmen yeni yasanın gerekçesinde hâlâ “… Nitekim, sosyal ağ platformlarında üretilen içeriklerin kontrol altında tutulması, kullanıcıların etkileşim yöntemleri ve biçimini belirleme imkanı, büyük oranda bu platformları işleten şirketlerin elinde bulunmaktadır” denmekte ve daha da fazla yetki istenmekte. Yeni yasayla özgürlüklere karşı yükseltilen bu vites, toplumda tam bir sessizlik istendiğinin bir kanıtı. Ana akım medyanın kontrolünü ele geçiren hükümet, çevrimiçi gazetecileri ve diğer haber kaynaklarını susturmak istiyor.
Yeni yasa Almanya üzerinden savunuldu
Yeni yasaya giden yolun ivmesini kuvvetlendiren bir çok olay yaşandı. Hükümet bu yaşananları iktidarın internetteki içerikleri düzenlemek için atacağı adımlara dayanak oluşturmak için kullandı. Bunların ilki Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın damadı Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın eşi Erdoğan’ın kızı Esra Albayrak’ın dördüncü kez doğum yaptığını açıklamasının ardından sosyal medya hesaplarında sorumsuzca paylaşılan tweetlerin ülke gündemine oturmasıydı. Bu özellikle hükümet yetkilileri tarafından çokca kez gündeme getirildi, nefret söylemi ve hakaretin kontrol altına alınması gerektiği sıklıkla vurgulandı. Son olarak bu olaydan sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Bu millete layık olmayan bu gelişmeleri yaşamak istemiyoruz, görmek istemiyoruz. Burada üzerinde durmamız gereken asıl konu, medya ve özellikle sosyal medya mecralarının nasıl olup da böyle bir kokuşmuşluğun aracı haline dönüştükleridir. Yalanın, iftiranın, kişilik haklarına saldırının, itibar suikastlarının alıp başını gittiği bu mecraların bir düzene sokulması şarttır. Bu millete, bu ülkeye bu tür mecralar yakışmıyor. Onun için de bir an önce biz bunları parlamentomuza getirip, parlamentomuzdan bu tür sosyal medya mecralarının tamamen kaldırılmasını, kontrol edilmesini istiyoruz” diyerek tartışmaya katıldı.
Maalesef yeni yasa sunulurken hükümet yetkilileri, muhalefet partilerin, internet ve medya özgürlüğü aktivistlerin açık bir şekilde yasa teklifinin gerici, baskıcı ve otoriter yapıyı daha da güçlendireceği yönündeki eleştirilerini Almanya, Fransa ve ABD’deki düzenlemeleri üzerinden savundu. Meclis’te yapılan tartışmalarda nefret söylemi, sahte haberler ve yasadışı içeriklere hızlı bir şekilde müdahale için Almanya’da 2018’de yürürlüğe giren Almanya’nın Ağ Yaptırım Yasası’nı (NetzDG) örnek olarak sunuldu ve bu çıkartılması gerektiğini düşündükleri yasanın evrensel kaidelerle çerçevelenmiş olduğu vurgusu yapıldı. Belirli bir sayıda kullanıcısı olan sosyal medya platformlarının kapsama alınması, yerel temsilci atama zorunluluğu, açıkça yasadışı görülen içeriklerin 24 saat, içinde kaldırılması gibi yeni yasamızdaki emirler zaten direkt NetzDG’den gelmekte. Almanya’da yasalaşama sürecinde ve sonrasında NetzDG sayısız tartışmalara neden olurken ülkemizde bu süreç maalesef hiçbir özek kurum dahil edilmeden AKP’nin (iktidar ortağı MHP ile) mecliste mutlak çoğunluğuyla sadece bir günde alt komisyonda tartışılarak ve muhalefet, STK’lar ve bağımsız kurumların görüşlerinin hiçbiri kabul edilmeyerek yasalaştı.
Merkel Hükümeti, Almanya’da ırkçı, ayrımcı nefret söylemlerinin artması üzerine, ülkedeki azınlıkları, dezavantajlı grupları ve Almanya’da yaşayan tüm etnik ve dinsel grupları korumaya almak iddiasıyla bu yasayı sunmuştu. Aşırı sağcı grupların sosyal medya üzerinden yalan haber ve yanlış bilgi yayması, açıktan insanalara yönelik ölüm tehdidinde bulunması, hatta terör saldırıları öncesi bu platformlar üzerinden örgütlenmeyi engellemek için bu yasaya ihtiyaç duyulduğu belirtiliyordu.
Her ne kadar yukarıda da belirttiğim gibi yasaya yönelik çeşitli tartışmalar sürse de, demokratik yapısı gelişmiş olan ve kuvvetler ayrılığının en görünür işetildiği Federal Almanya ile demokrasisi her saniye gerileyen ve otoriterleşen ülkeler arasında bu yasayı uygulama yönünden ciddi farklar oluşuyor. Almanya’da yasanın yasalaşma süreci ve uygulama pratikleri ifade özgürlüğünü bizim gibi ülkelerde olduğu kadar zarar vermediğini düşünülüyor.
Türkiye’de ise zaten yasanın eski hâliyle bile ifade özgürlüğü ve temel haklar konusunda ciddi sorunlar yaşamaktayken, NetzDG’den ihraç edilen sosyal ağ sağlayıcılarının yayın yaptıkları ülkelerde temsilci bulundurma ve temsilcilik açma şartı, kullanıcıların verilerine erişim hakkı, mahkemenin içerik kaldırma emrine rağmen sosyal ağ sağlayıcının içerik kaldırmaması durumunda para cezası ve şu anda ülkemizde yasalaşan NetzDG’den ilhamla yazılan diğer yasa maddeleri ülkemizde durumu daha da kötüleştiriyor.
Yasa teklifi TBMM’de Adalet Komisyonu’nda sadece 1 gün tartıştıran AKP Hükümeti, muhalefet tarafından ciddi bir tepki almasına rağmen, muhalefet çoğunluğuyla devredışı bırakabildi. Muhalefet yasanın Almanya’daki etkilerinin veya başarısının bile tespit edilemediği bu kısa dönemde neden ısrarla bu yasayı geçirmeye çalıştıklarını sorsa da cevap alamadı. AKP vekilleri bu yasaya kamunun ihtiyacı olduğunu, dünyada genel eğilimin bu yönde olduğunu ve en modern en güncel hâlinin de Almanya’da olduğunu belirttiler. Büyük bir oranda NetzDG’den birebir aldıkları yaptırımları da komisyondan geçirildikten birkaç gün sonra Meclis’in ilk iş günün de yasalaştırdılar.
NetzDG Almanya’da yasalaştıktan sonra internet aktivistleri ve toplumbilimciler bu yasanın otokratik ülkeler tarafından referans olarak alınacağı dile getiriliyordu. Akabinde Rusya, Singapur, Hindistan, Malezya, Brezilya, Filipinler, Venezuela’nın ilham aldığı bu metin, son olarak Türkiye’nin de ifade özgürlüğüne yönelik daha da baskıcı bir yasayı oluşturma sürecinde aktif rol oynamış oldu.
Bin Dokuz Yüz Seksen Dört romanı gerçek oluyor
Yeni düzenlenen “İnternet Ortamında Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” da bir başka tartışma konusu ise ‘Unutulma Hakkı’.
Yeni yasa sadece ülkemizdeki içerikleri değil tüm dünyadaki içeriklere emir veriyor. Artık sadece gazetecilerin sosyal medya hesaplarını, haber mecralarını ve tweetlerini, Facebook iletilerini, Youtube videolarının Türkiye’den erişime engellemekle yetinilmiyor, direkt içeriklerin kaldırılması ve talep edilen hesapların kapatılması da isteniyor.
George Orwelll’ın Bin Dokuz Yüz Seksen Dört romanında, ‘tele-ekranlarla’ sadece o anı ve olası geleceğe yönelik ‘güvenlik politikaları’ için toplumun sürekli gözetim altında tutularak izlenmesinden başka, en ilginç uygulamalardan biri ise geriye dönük gazetelerin, yayınların değiştirildiği veya yok edildiği bir otokratik rejim altında insanlar bellekleri her gün sıfırlanmış bir şekilde yeni güne uyanmalarıydı. Böylesine toplumlar doğal olarak iktidarın manipülasyonuna hep açık oluyor ve en ufak çatlak ses bastırılıyor. Toplumun belleği her yeni gelen günde değiştiriliyordu. Ülkemizde bu distopyanın ayak seslerini uzun süredir deneyimlemeye başladık. Neredeyse 2012-2013 öncesi AKP’nin çeşitli kişi, kurum ve cemaatlerle kurduğu ilişkiler 15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi sonrasında hiç olmamış gibi kabul edilirken, bu ilişkilerin, hükümet yetkililerinin ya da hükümet yetkilileriyle ilişkili isimlerinin geçtiği haberler çeşitli sebeplerle ve unutulma hakkı üzerinden erişime engelleniyor.
Diğer bir yandan da, bırakın üye olmayı, bu ilişki ağlarıyla yazarak, haber yaparak, raporlar sunarak ve çalışmalar yaparak mücadele etmiş akademisyenler, gazeteciler, yazarlar ve sivil toplum örgütleri yöneticileri, ifadeleri ve açıklamaları gerekçe gösterilerek bu kurumların üyesi veya destekçisi gibi yargılanıyor. Türkiye’de tarihinin, düşünce ve ifade özgürlüğünün, internetin en karanlık dönemine giriyoruz.
Özellikle son aylarda artan bir ivme ile “kişilik hakları ihlâli” ve “milli güvenlik ve kamu düzeninin korunması” gerekçesiyle ihale usulsüzlükleri, yolsuzluk, kadına yönelik şiddet, çocuk istismarı, işçi intiharları, işçi grevleri, üst düzey siyasetçi ve bürokratların çeşitli sebeplerle düzenledikleri ziyaretler ve bu gibi konuları içeren bir çok haber mahkemeler tarafından erişime engelleniyor. Hatta bu engellemelerin haberleri de aynı mahkemeler tarafından engellenmekte. Yeni yasa yürürlülüğe girdiğinde ise bu içerikler kaldırılacak. Kaldırılması istenilen içeriklerin büyük bir kısmı toplumsal muhalefette infial yaratan ve şeffaf bir şekilde araştırılma talep edilen meseleler. Yeni yasayla bu içeriklerin tamamen kaldırılacağı ve toplumun tamamen hafızasızlaştırılacağı yönünde endişeler derinleşiyor.
Sonuç
Zaten yasalaşan “İnternet Ortamında Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” NetzDG’in daha da sert bir versiyonu olarak ortada.
Mevcut yasalarımız dünyanın birçok ülkesine göre daha baskıcı ve cezalandırıcı nitelikte ve devletin pozitif yükümlülüğü aşar bir biçimde ifade özgürlüğünü kısıtlayıcı veya yer yer yok edici durumdaydı. Mevcut yasaların iyileştirilip vatandaş lehine hafifletilmesi gerekirken, vatandaşlarımızın kişisel verilerin mahremiyeti, haberleşme ve ifade özgürlüğü daha da kısıtlanacak.